14 Ocak 2018 Pazar

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var. Yaş almak insanı yaşlandırmıyor, yaşadıkları yaşlandırıyor insanı. Hani derler ya, değirmende ağartmadık biz bu sakalı. Hele çocuklar, bir oğlum bir kızım, onların gelecek kaygısı, daha iyi bir dünya kurmak için, tüm dünya çocukları için... Hele Ortadoğu, hele savaşlar... Hep bunları düşünmekten değil mi? Ne olacak bu memleketin hali? Hele bir de benim gibi Fenerbahçeliysen ve yükselenin Beşiktaş ise... Başlar yanlarda açılmalar... Bir de aşk, bir de özlem, bir de yürek yarası... Oğluna kızamadığında kaşlarını çatıklaştırırsın, kızını merak ettiğinde alnını kırışıklıkları artar. Hatta gülmek bile göz kenarlarını ve yanaklarını ve en önemlisi geçim kaygısı belini büker, ellerini nasırlaştırır. Çocuk gibisindir, büyümezsin. İşte bu sorumluluklar büyütür seni. Bir de bakmışsın yaşın olmuş 40... Fakat size şunu söyleyeyim dostlar, gönlünün Sultan'ını bulduysan, hem de 40 yılda bir gibisini, sonsuz bir bahardır ömür dediğin. O kandırır seni, hayata, aşka, su gibi...
Öğretmeni itibarsızlaştırma hareketinin bir başka ayağı... Ülkenin her kademesinden aşağıya doğru devam eden bir anlayışın yansıması... Çünkü ne olursa olsun, gene de öğretmenler el açmayan, boyun eğmeyen tarihsel mirası ve konumu gereği, toplumun en genç, dinamik ve etken unsurudur. Yelpazenin en sağından en soluna tüm öğretmenlerin koşulsuz bir araya gelmesiyle, derhal bir "Öğretmenler Odası" kurup mesleğin itibarını ele almalı ve standartlarını belirlemeliyiz. Maşallah, öğretmenlikle uzaktan yakından alakası olmayanların bizden çok sesi çıkıyor. Dayanışma, işbirliği ve tutkunluk şart... Toplumdaki öğretmen algısı ne, onu da belirlemeliyiz, bir anket marifetiyle...
Atamalar, ders saatleri, maaşımız, tatilimiz, memur zamları, birkaç densiz meslektaşımızın uyguladığı şiddet haberleri hep bu algının perspektifinde gündem olup itibarsızlaştırma malzemesi olarak kullanılıyor. Bazen en yakınınımıza bile kendimizi anlatamadığımız oluyor. Bizim bizden başka dostumuz yok diyeceğim ama birçok konuda kendi içimizde mutabakata varabilmiş değiliz vesselam...

Yarın ne olacak?



Yarın ne olacak?

Yaklaşık 300 öğrenci belki de yarısından az veli, gözlerini ovuşturarak yatağından kalkacak. Servisler köylerden çocukları taşımak için marşa basacak. Tekerlekler dönecek. Hasan abi kaloriferleri yakmak için yola koyulacak. Sultan hanım çayın suyunu koyacak. İbrahim, Feride, Döne erken gelen çocuklar için kahvaltı hazırlayacak. Arkasından Aşçı Ali usta öğle ve akşam yemeklerini hazırlamaya koyulacak... Müdür bey "Allah'ın yardım ve izni ile yeni bir haftaya..." başlayacak olan konuşmasına başlayacak. Hüseyin ve Elif arkadaşlar İstiklal marşını söyletmek için Deniz beye uzaktan el işareti yapacak. Çocuklar sınıflarına koşturacak. Müdür yardımcısı arkadaşlar haftalık brifinglerini verecekler. En az on öğrenci evlerinden hasta gelecekler ve gün boyu burunlarını çekip öksürecekler. Hafta boyunca elli öğrenci belletici arkadaşlarımız tarafından özverili bir şekilde hastaneye götürülecek. Kimsenin burnu bile kanamayacak. Yiyecekler, içecekler, uyuyacaklar, oynayacaklar, koşturacaklar, terleyecekler, bir derse, bir kursa, bir etüde, bir spora... Olmadı turnuvalara... Üstüne bir de ziyafet çekilecek... Sabah, öğlen, akşam kazan kaynayacak, duman tütecek... Hem içimiz hem dışımız ısınacak... Sinan kapıda boş bulunduğu zaman ruloyu eline alıp sağı solu boyayacak... Ali ve Adnan bir yandan, Mustafa ve Harun bir yandan bahçe, koridorlar, WCler, lavabolar, sınıflar süpürülüp silinecek... Niyazi evrak hazırlamaktan ve görütüp getirmekten başını kaldırabilirse öğretmenler odasına gelip, hepsi yarım kalan bir iki muhabbete katılacak... Harçlıklar, giysiler, içi kırtasiye dolu çantalar, temizlik malzemeleri dağıtılacak... Anasınıfından dersliklere, Z-Kütüphaneden Laboratuvarlara ve Spor salonuna kadar her yerde harıl harıl, ışıl ışıl bilgi, sanat ve alın teri yayılacak... Öğrenciler harçlıklarını ilk teneffüste harcamak için kantine doluşacaklar. Toplantılar, anketler, değerlendirme ölçekleri, raporlar, bürokratik iş ve işlemler, veli-öğrenci görüşmeleri, yazılılar, deneme sınavları, mezun ettiğimiz öğrenciler, seminerler, ilaç içmek isteyen öğrenciler... Öğretmenler odasında iki dakika muhabbet edecek zaman kalmayacak... Okul bitse bile, geç saatlere kadar WhatsApp gruplarından sorunlar ve çözümler paylaşılacak …
Her şey yoluna konulacak... Birileri hep bir yerlerde burun kıvıracak. Evdeki iki çocuğuna bakamayan, üstüne tebeşir tozu bulaşmamış, bir çocuğun başını okşamamış, eğilip boy seviyesine inip göz göze gelmesini bilmeyen, her gün yüzlerce kez günaydın dememiş ve günaydınlara muhatap olmamış, aynı türden yüzlerce kez soruya karşılık vermek ve aynı şeyi yüzlerce kez tekrar etmek zorunda kalmamış, öküz altında buzağı arayıp sağdan sola çekiştirenler, ego tatmini yoluyla kendi meslektaşını ezmeye sindirmeye çalışanlar, "emek" nedir, "danışma" nedir bilmeyenler, fitne tohumu ekip seyredenler olacak…
Bunca emek, bunca özveri, bunca gayret için biri gelip bir "teşekkür" bile etmeyecek... Tayinimize, ek dersimize, maaşımıza, tatilimize, üç kuruşluk zammıza günlerce dillerini pelesenk edecekler…
Sonra...
Bir gün gelecek...
Bir gün biri gelecek...
Olması gerekenler, olanlar olacak… Hem de en ummadığın yerden, en üzerine titrediğin, en önemsediğin konudan...
Çünkü, her An'a, her Yer'e, her Kes'e dokunamaz, yön veremezsin. Çünkü gelen gider, giden gelir, olan olur ve hayat bir sonsuzluk içerisindeymişçesine devam eder…
Bakalım, Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler...
Ayrıca herkesin bir zaafı vardır. Zaaflarımızın, zaaflarımızı bilen birileri tarafından kendi kulağımıza veya başka kulaklara fısıldanması ile hem biz hem de diğer insanlar çok tehlikeli noktalara sürüklenir, sürüklenir, sürüklenir… de şaşar, kalırsın...